
Rumi
Geçenlerde beherenownetwork.com sitesinde okuduğum bir makaleden sonra bu yazıyı yazmak istedim. Öncesinde niyetim yazıyı Türkçe’ye çevirip yayınlamaktı ama kendi deneyimimden de yola çıkarak sizinle paylaşmak istedim.
Yazının başlığı “Hayat Amacını Yaşamak için Doğuştan Gelen Doğal Yeteneklerini Geri Kazanmak.” Hayat amacını bulmak ve yaşamak isteği muhtemelen beni takip eden ve yazılarımı okuyan bir çoğunuzun içinde bir yerden seslenip duruyordur. Ben çocukluğumdan beri, buraya neden geldik, burada ne yapıyoruz’u çok sorgulamış, kendi içimde ve dışımda çok isyan çıkarmışımdır. Epey uzun da sürdü bu isyanlar. Sakinleşmeye 27 yaşımdan sonra başladım diyebilirim. Çünkü yavaş yavaş hayat yoluma girmeye başladığım zamanlardı. Hayat, amacına yönelik ilerlemeye başlayınca kişiye bir sakinlik geliyor yani.
Okuduğum makalede de yazar, bir arkadaşının onu hayat amacının farkında ve bunu yaşayan biri olarak gördüğünü söylediğinde çok etkileniyor, çünkü kendisi de bir zamanlar kim olduklarını bilen, varlıklarıyla dünyaya fayda sağlayan insanlara bakıp imrenirmiş. Sanırım bir çoğumuzun her gün yaptığı gibi. Ve ne yazık ki modern toplum da bu arayışı sanki dışarıdan bir şeyler yaparak sonlandırabileceğimize bizi inandırıp eğitim paketleri, şifa seansları, kurslar, bazıları için kıyafetler, makyaj malzemeleri vs satarak bizi aldattığı için bu kısır döngüden çıkamayacakmışız gibi görünüyor. Yazarın da makalede belirttiği gibi hayat amacımızı yaşayamıyoruz çünkü ait olduğumuz kültür çoğunlukla buna izin vermiyor veya biz bir kere böyle koşullanmışız, ya da sosyal ortamımız müsait değil veya biz öyle insanlar değiliz, enerjimiz yok veya zamanımız. Bu ve benzeri bahanelerle kendimizi kandırıp gidiyoruz. Halbuki hepimiz, istinasız her birimiz kendine has bir şekilde kendini tanımak ve onunla yaşamak üzere tasarlanmış canlılarız. Bir kere acayip güçlü bir zihnimiz var. Hem sorunun hem de çözümün kendisi. İpleri eline bıraktın mı sorun, kullanmayı öğrendin mi cevap olabilen bir mekanizma.
Ve dolayısıyla önce kişinin kendini anlayabilmesi için özellikle bir kası çalıştırır gibi fark etme becerilerini ve algılarını doğru yönde güçlendirecek çalışmalar yapması gerekiyor. Yazarın da bahsettiği çok basit sorularla işe başlayabiliriz: Şu hayatta sana neler ilham oluyor?, Manen seni nelerin zenginleştirdiğini hissediyorsun? Gerçekten ne yaparken yaşamın dolu dolu içinde aktığını hissediyorsun, yani neler sana gerçekten yaşadığını hissettiriyor? Ve sonra bu şeylere hayatında daha çok yer açmaya başlayıp seni bunlardan uzaklaştıran şeylerle arana yavaş yavaş mesafe koydukça kendini daha rahat hissetmeye başlıyorsun.
Yazar şöyle devam ediyor: bunu bilinçli bir şekilde yaptıkça doğu kültüründe Dharma olarak adlandırılan kadersel hayat yolumuza girmeye başlıyoruz. Kişisel deneyimim üzerinden biraz daha açıklayacak olursam; alışkanlıkların, korkuların, mesleğin, çevrenin ya da kendinin senden beklentileri gibi yukarıda da saydığım sebeplerden ötürü yapmak istemediğin halde yapmaya mecbur hissettiğin şeyler ve yaptıkça içinin yaşamla dolduğunu hissettiğin şeyler arasında gidip geldikçe hayat yolunu daha açık görebiliyorsun. Burada yazar Dharma’nın bir diğer anlamından bahsediyor: bağ kurmak. Hayat yolunda ilerlerken kendini rahat, güvende, huzurlu hissettiğin eylemler, durumlar kendinle olan bağını arttırıyor. Bu bağ güçlendikçe de yaşamla bağın artıyor. Dharma’nın bu anlamından yola çıkarak hayat yolunda ilerlemenin sürekli olarak senin bir parçan olan o bilgelik haliyle temas içinde kalma çalışması olduğunu söyleyebiliriz. Yani bu hal bir çoğumuza öyle kendiliğinden gelmiyor. O hali araman, çağırman, davet etmen gerekiyor. Ve bunun bir alışkanlığa dönüşmesi gerekiyor. Çünkü hayat amacını bulmak ya da yaşamak öyle gökten zembille inmiyor bir çoğumuza. Azim ve sebatla çalışmak gerekiyor. Sen kimsin? Ne istiyorsun bu hayatta? Önce kendine sonra tüm evrene nasıl faydan dokunur?
Dün Netflix’de Kiss the Ground diye bir belgesel izlerken hayatını toprağı iyileştirmeye adayan insanlardan biri ilk bakışta iyileştirilmesi çok zor görünen bir bölgeyi görmek için oraya gittiğinde, içinden bir ses, işte hayatını buna adamalısın demiş. Ve evet, hayatını buna adamış ve o bölgeyi, yıllarca sürmüş de olsa, kahverengiden yeşile boyamış. Ne şanslı dedim içimden, çünkü hayat yolunu bulmuş. Bir çoğumuz için bir anda yanmıyor o ilham fenerleri. Bunun için oturup derinlemesine çalışmak gerekiyor. Belki bir destek almak, belki bir risk almak ya da oturup yazmak.
Ve yazar bu konulara zaman ayırmaya başladıkça karşına çıkabilecek engeller konusunda güzel bir hatırlatma yapıyor. Modern toplumun seni kendine yakınlaşmaktan uzak tutacak eğilimlerini kırmaya hazır ol. Tabii bunu söylemesi kolay. Parçası olduğumuz koca bir düzeni değiştirmek eminim herkes için zor. Sanayileşmiş bir toplum düzeninde her şey sadece sonuç odaklıyken; düşünmek, derinleşmek, kısa vadede bundan çıkarım ne olur diye düşünmeden uzun vadede kendine yatırım yapmak ve bunlara zaman ayırmak kolay değil. Ama bu, bunları yapma becerisine ya da hakkına sahip olmadığımız anlamına gelmiyor. Cesur olmanın korkmamak anlamına gelmediği gibi. Korksak da engeller çıksa da adım adım kendimize giden yolda ilerlemek hepimiz için mümkün.
Bu yolda bir diğer yanılsama da hayatımızda yapacağımız kimi değişikliklerin acayip radikal büyük şeyler olması gerektiğine inanmak. Tam aksine, bunlara henüz hazır olmadığın için, büyük değişiklikler hırpalayıcı olabilir. Bu da pişmanlıklar, hayal kırıklıkları getirebilir. Bazen sadece niyet etmek, plan yapmak, adım adım, yavaş yavaş, kararlı bir şekilde ilerlemek tek başına yeterli. Yogada bir poza nasıl girdiğin ve çıktığın öğrenme sürecinde pozun kendisinden daha önemli. Kendini pozun içine itemezsin. Hayatta da öyle değil mi? Kendini bir ilişkiye, yeni bir hayat tarzına, yeni bir beslenme düzenine bile bir anda itemezsin, itmemelisin. Bu yüzden başlangıçta neyse niyetin ona bakış açını değiştirmek, hayatına anlam katan şeyleri fark etmek ve onlarla bağını güçlendirmek bile yeterli. Yazar hatta burada gündelik hayatımıza entegre edebileceğimiz bir liste bile yapmış:
- Kendinle baş başa kalabileceğin, dış uyaranlara (telefon, konuşan insan vs) maruz kalmayacağın bir mekan ve zamanda, sor kendine: Senin için ne önemli şu hayatta?
- Cevap yok mu? Yeniden sor. Gövdenin ön bölgesini izleyerek, göğsünde, karnında bir sıkışmaya, huzursuzluğa yol açmayan cevaplar bulana kadar sor.
- Bir adım daha ileri gitmek istediğinde, bunları yaşıyor olsan hayatın nasıl olurdu, hayal et. Gerçekten huzurla yaşadığın bir hayat nasıl bir hayat olurdu?
- O hayatı yaşayan kendine sor: Senin için ne önemli bu hayatta?
- Ve bunu göğsünün sıkıştığı her an sor kendine: Şu anda senin için ne önemli? Şu an ne yapıyor olsan kendini tam hissedersin?
Belki hemen o an bir değişiklik yapamayacaksın ama kendine bir not almış olacaksın; ne engel oluyor sana? O engeli nasıl kaldırabilirsin?
Ve öylesine yaşayıp gitmektense, sonucu değil o sonuca giden yola, o yolda karşına çıkan her şeye dikkat kesilerek senin için yazılmış senaryoya yakınlaşabilirsin.
Merhaba Berrin, tam şu an şu saatte sayende aradığımı bulabilmek için yola çıkma cesaretini buldum kendimde. Bazen bir kelime yüzlerce sese ve cümleye liderlik edebiliyor. Ve sende tek bir cümle ile susturdun şuan içimde dönen masalsı karanlığı. Teşekkür ederim. Şimdi umarım aldığım ilham ile kalemimi yeniden kaldıracak ve kendimi keşfe iten o gizemli yola çıkacağım. Tıpkı adın gibi etrafına yaydığın ışıkla kal.💫
BeğenLiked by 1 kişi